Ne Hakkında Çok Konuşursanız Onu Büyüteceksiniz

8 Mart 2019 Cuma 1377 0 yorum

Eşitlik... denge... ve benzeri ‘bir ton kendini tekrar eden yakarış’... 
Daha da acısı, bu yapay ve zamanı geçmiş değerleri beslemek, savunmak ve/ya dillendirmek gibi ‘gereksiz bir çaba’ ile, aslen bilinen ve yaygın kullanım anlamıyla eşitliğin ya da dengenin değil, ‘ayrışmanın’, ‘ötekileştirmenin’, ‘bölünmenin’ ve ‘bitişin’ gündeme getirildiğini anlamak zamanıdır artık. 
 
Bölüm 1
Kuantum düşünce ya da NLP temel işleyiş prensipleri çerçevesinde defaatle ifade edilen bir gerçek vardır ki ‘insanlık neyi protesto eder, neyi ayıplar ve neye lanet okursa onu güçlendirir, ona destek verir. 
O olumsuzluğa dikkat çekeyim derken farkına varmadan onu çoğaltır, onun karşıtı (yani protesto edilenin tersi olan olumlu) hali, durumu veya kavramı zayıflatır, küçültür, dokusuna zarar verir.
 
Bölüm 2
Aynı şekilde uzakdoğunun Yinyang düşüncesinde ve kadim toplumların bugünlere işaretle izah ettikleri yaşamsal özleri anlatan kavramların dokularında ‘eşitlik’ arayışındaki kişiler, her neyin, kimin ya da kavramın eşit olması adına bir seçimde ve/ya kararda bulunuyorlarsa, o kişiyi ya da kavramı kendilerinin ve bütünün varlığından  ayırıyor ve bir kenara atıyorlar demektir. 
Aynen gece ile gündüzün denge ya da eşitlik anlarının, gözlem ve deneyim pozisyonunda olan biz insanlara göre aslen birinin diğerine üstünlüğünün başlangıç anı veya çizgisi olduğu gibi... 
 
Bölüm 3 
Oysa ne gece gündüzden, ne de gündüz geceden ayrıdır. 
Böyle bir yaklaşım olmayan bir gece ile gündüz çatışmasını var etmekten öteye gitmez, gidemez... Bir diğer deyişle bu yaklaşım dokusu insanların arasına tarafgirlik aşılar ve bölünme bilincine destek vermiş olur.
Geceyi gündüzden ayrı kılan şey dünyamızın güneşle olan ilişkisi ve bizim dünya üzerindeki coğrafi yerimizden ibaret...
Yani biz dünya üzerinde bulunduğumuz coğrafi bölgeden dolayı geceyle muhatapken ‘yeryüzü gecenin hakimiyetinde’ iddiasında bulunursak, aynı sıralarda başka bir yerinde gündüzün aydınlattığı insanların bizim iddiamızı reddetmeleri gayet doğaldır. 
Aslen her iki grup da kendi deneyimlerine ait doğru bir iddiada bulunurken çok gereksiz bir çatışmanın da tam ortasına düşerek güçlerini boş yere heba edecekler, bir taraf gecenin sağladığı yenilenme ve huzur fırsatını, diğer taraf da gündüzün sunduğu üretme ve canlılık fırsatını kaçırmış olacaklar. 
Oysa olan şey ne gece ne de gündüz olacak. Güneşin dünyamızla olan ilişkisi doğrultusunda bizlere ulaşan ya da ulaşmayan ışınlarıyla alakalı birer tanım olan karanlık (gece) ve aydınlık (gündüz) bu anlamda bakıldığında aslında yoklar. Var olan sadece bizlerin bulundukları yer itibariyle sahil olduğumuz algımız... 
O kadar...
Bu çerçevede, gece dediğimiz hal ne zaman gündüzle eşit bir zaman aralığına ulaşıyor, ayrılık çanları da o çizgide ve anda çalmaya başlıyor. 
Kim için?
Olup biteni gözlemleme pozisyonundaki insan (ya da diğer canlılar) için.
 
Bölüm 4
Kadın erkek arasında var olan ve birileri tarafından ısrarla işlenerek dikkatlerin çekildiği ‘eşitlik ya da denge hali’ de gece ile gündüz konusu gibi yapay şekilde körüklenen bir ayrılmanın, ayrışmanın, çatışmanın ve daha da beteri ötekileştirme ve aşağılamanın göstergesidir. 
Birbirlerini tamamlayan ve ayrı gibi gösterilmeye çalışılan ama TEK’i temsil eden, TEK olma şuuruna erdiklerinde varlığın muhteşem yansıması olabilen kadın ve erkek, eşitliğin, denge ya da ötekileştirmenin değil ‘uyumun’ yeryüzündeki en güzel temsilcileridir.
Yani, ne erkek kadından ayrı ve gayrı, ne de kadın erkekten aşağı ya da üstün...
Öyleyse ne kadar ‘erkek egemenliği’ söylemi ve bu doğrultuda yapılan protesto varsa, bunu yapanlar bilerek ya da bilmeyerek erkeklerin böyle bir egemenlik tanımı ve çizgisine dahil olmasına hizmet etmektedir. Bu inançla da davranışlar şekillenmektedir.
Aynı şekilde ne kadar ‘kadın’ ve ‘kadının gücü’ üzerine söylem ve bunu ‘erkek varlığının bir karşıt gücü’ olarak tanım ve kabul varsa, yine bilerek ya da bilmeyerek kadınlara erkeklerden daha aşağıda bir pozisyon biçilmektedir. Çünkü bu farkındalıksız tavır ve davranışlarla bir mücadele atmosferi var eden kişiler sözümona kadın hakları çığırtkanlığı yaparken o hakları için birkaç adım öne çıktıklarında aslen ‘kadınlarımızı zaten sahip oldukları muhteşem yerlerini savunmaya ihtiyacı olan güçsüz taraf’ havasına sokmaktadırlar.
Tekrar hatırlatmakta yarar var: 
‘Gece gündüzden, gündüz de geceden ne ayrı gayrı, ne de daha üstün ya da zayıftır.’
Bu farklılık, sadece insanın bulunduğu pozisyondan ve dünyanın güneşle olan ilişkisinden doğan farklı hareketliliklerin sonucu gece ve gündüz algısından doğmaktadır. 
Gece gündüzle savaşmayacağı ve üstünlük, eşitlik arayışına girmeyeceği gibi, kadının erkeğe üstünlüğü ya da erkeğin kadına üstünlüğünden bahsetmek de tam bir cehalet ve korku ürünü bir tavır olacaktır. 
Madem bu cahilce bir tavırdır, ‘eşitlik arayışı’ veya ‘biz de en az onlar kadar güçlüyüz iddiası’ da bir soruna işaret etmektedir.’
Kadın da erkek de ‘uyum prensibi’ gereği bir ‘teklik zekası’ içinde var olduklarında, Stephan Hawking’in zeka tanımında işaret ettiği ‘uyum becerisi’ dahilinde ne kendilerini ispata, ne de ötekileştirilen ve mücadeleye sokulan diğer bir taraf olarak algılanan erkeğe karşı üstünlük savaşına girecektir.
Huzur, sağlık ve mutluluk yerine, gerginlik, hastalık ve mutsuzluğu tetikleyip bu gergin halden nemalanarak varlıklarını sağlama aşan grupların tuzaklarından korunmak esas. 
Bu ince çizgiden yola çıkarak ‘birlikteyken ve uyum halindeyken’ tüm varlığı bir kutlama titreşimine dönüştüren kadın ve erkeğin her gününü kutluyor, farkındalık ve uyum içinde yaşamalarını diliyorum. 

 

Sevgi ve Saygılarımla, Kaplan
 


Yorumlar

  • Henüz yorum yazılmamış. İlk yazan siz olmak ister misiniz?

Yorumunuzu Paylaşın